Mevcüt olan diller: tr | en | ru | de


Erkekleştirebildiklerimizden misiniz?



Erkek (M)İlleti Ümit Gürkan Buyurucu Erkek Adamın Oğlu Olur Bir dostum anlattı, baba olmasına ramak kala, çevreden aldığı farklı yorumlar üzerine konuşuyorduk. Kendisini en çok etkileyen ve tam olarak bir anlam veremediği bir olayı aktardı. Yine bir «adam» beklenen bebeğin cinsiyetini sormuş, kendisi de bir kız olduğunu söyleyince adam biraz bozuntuyla ve teselli edercesine «olsun» deyivermiş. Yani onlar da insan manasında…

Aklım hemen kız doğurduğu için Sultan olma şanslarını ellerinden yitiren harem cariyelerine, oğlan evlat veremediler diye sabana sürülen Anadolu gelinlerine gitti. Günümüzde bu örneklere sıkça rastlanmıyor, artık bu durum aşikar yaşanmıyor, evet, ama bu anıların izlerini hissetmek bile beni ürkütüyor.

Erkek evlat sahibi olma isteğinin ardında, nesillerini devam ettirebilmek güdüsü mü yoksa hakimiyeti ellerinde tutma dürtüsü mü yatıyor tam olarak kestiremiyorum. Aslında her ikisi de olabilir, doğacak bebeğin cinsiyetinin erkek olması hâlâ daha öncelikli bir öneme sahip. Ataerkil bir toplumdan söz ediyorsak eğer, bu durumun pek şaşırtıcı olmaması gerekiyor aslında – her ne kadar Anadolu yiğitlerinin analarının sözlerinden çıkmadıkları birçok halk efsanesinde vurgulanıyorsa da…

Erkek böyle bir toplumun geleceği demek, yapılanmadaki rolüyle, belirleyiciliği ve uygulayıcılığıyla sistemin devamı, dokunulmazlığı ve ayrıcalığıyla düzenin paşası; aslanlığı ve koçluğuyla da ailenin şerefi demek.

Babanın namus kavramının ilk başladığı nokta sanki ana rahmi gibi, «Erkek adamın erkek evladı olur» sözünün altında yatan gerçekten, doğmamış çocuk üzerine yapılan yüklemeden bahsediyorum. Doğacak çocuğun erkek olması babanın da şerefini kurtaracakmış gibi bir anlamda yani erkek evlat sadece devam edecek soyun ad taşıyıcısı mı? Bu soy ve ırk üremesi, kabile yaşamından günümüze kalmış ilkel bir alışkanlık olabilir mi? Ya da Osmanlı saltanatının damarlarımıza sinmiş bir geleneği mi?

Hadi neslin devamını sağlayacak erkek çocuğa sahip olduk diyelim, soyumuz garantiye alındı. Eh, eşe dosta da haber salındı, «aslan parçasının» doğumu müjdelendi… Bir oğlan doğurduğu için belki eşler arası sevgiler tazelendi, ilişkiler yenilendi.
Oldu da Bitti Maşallah…

Erkek çocuk olmak tüm pozitif imajına rağmen o kadar da kolay değil aslında Türk toplumunda. Paşalar gibi el üstünde tutulmanın, farklı ayrıcalıklarla ödüllendirilmenin yanı sıra bazı toplumsal ödevler de söz konusu. Mesela, penis kabuğumuzun ucundan bir parça kesilmesine cesaretle göz yummak da bu sınavlardan biri. Gerçi pipimden bir parça kesilecekse ve erkekliğim de pipimle ölçülüyorsa, bu simgemden bir parçanın kesip alınıyor oluşu beni nasıl daha bir erkek yapar, bunu üç yaş zihnimle nasıl yorumladım hâlâ daha merak ederim doğrusu…

Şöyle olur delikanlıların sünneti: Tacından asasına, pelerininden kuşağına kadar bir prens formatında bezenen çocuklar ilerleyen saatlerde başlarına gelecek felaketten kısmen habersiz bütün gün eğlendirilirler, hediyelere boğulurlar, dilediklerini yiyebilmekte serbesttirler. Geleneksel olarak at sırtında, at yoksa üstü açık bir arabayla şehir turu yapılarak konu-komşuya yakışıklı sünnet çocuğu sergilenir ve böylelikle de hanede yeni bir erkeğin varlığı resmen ilan edilmiş olur.

Tarihe baktığımızda, bugünkü törensel biçimiyle Sami kökenlere ve Sümerlere kadar dayandırabileceğimiz sünnetin, ataerkil gelişim sürecinde Anadolu’ya sıkı sıkıya bağlı kalmış bir gelenek olduğunu görürüz. Eski Mısır’da da uygulanan geleneklerde nasıl bir yılan deri değiştirerek yenileniyorsa kabuğu kesilmiş bir penisle de erkek çocuk için yeni bir hayatın başladığına vurgu yapılırdı. Dünyaya gelen erkek bebek, göbek bağının koparılmasıyla annesinden ayrılıyorsa, pipisinden kesilen bir parçayla da kadınlar dünyasından ayrılarak erkek sistemine adım atar.

Anadolu erginleme törenlerini de şöyle bir hatırlamak gerekir. Dede Korkut efsanelerinde erkek çocuklar belli bir isme sahip olabilmeleri için bir yiğitlik, kahramanlık göstermeli ve isimlerini hak etmeliydiler; Boğaç Han’ın adını alabilmek için Mezopotamya’da erkekliğin simgesi olan boğayı alt etmesi hâlâ edebiyat derslerinde okutulan bir efsanedir. Erkeklik bedava değil, hak edilmelidir…

Diğer Anadolu dinlerinden bugüne aktarılmış olan geleneklerimiz olduğu gibi sünnet de, İslam diniyle bütünleşerek hayatımıza iyice sinmiştir. Sünnet, yine az ataerkil sayılamayacak İslam inanç sistemiyle birleşip toplumsal yaptırım sayesinde süregelen ahlak anlayışıyla örtüşmüştür.

Erkek peygamber ve Kur-an, «Cennet anaların ayakları altındadır» demiştir demesine ama erkekler tarafından yorumlanmış İslam dininin uygulamasında erkeklere öncelik tanınarak dört nikaha kadar yolu olan bir aile reisliği de vadedilmiştir. Ardından da sözünden çıkılmasının günah sayıldığı bir reisliğin tanınmasıyla, erkeğin otoritesi perçinlenmiş ve kocalık makamıyla da son söz kendisine bahşedilmiştir. Dinen benimsenen bu erkekliğin kendini türetebilmesi için ritüeller erkek egemenliğe yol verir şekilde yorumlana gelmiştir. Mesela, kadın ve erkek eşittir fakat seksin yerine ve zamanına erkek adam karar verir. Ayrıca görücü usülü evliliklerde görmeye giden taraf her zaman için erkek, görülen tarafsa kadındır.

«Oldu da bitti maşallah, iyi olur inşallah» türküsüyle erkekliğe giriş bir oldu bittiye getirilir. İlk ders, erkek adamın ağlamayacağıdır.

«Sakız Çiğnersen Bıyıkların Ters Çıkar!»

Sünnetimde ağladığım için erkekliğimden birkaç puan yitirdiğimi süt çocuğu olarak adlandırıldığımda farketmeliydim, geç kaldım. Mahallemizin kızlarıyla ip atladığım için de ağabeyimin gençlik çetesi «jet fantom»’da bir yerim olamadı. Babaannem sakız çiğnemeye devam edersem bıyıklarımın ters çıkacağı masalıyla hep korkuttu beni, erkek adam sakız çiğnemezdi ama bıyıklarımın nasıl olup da ters çıkacağını merak ettiğimden dolayı bu huyumdan uzun bir süre vazgeçmedim.

Mavi kaplı defterime kırmızı etiket yapıştırıyor olmamdan dolayı ilkokul öğretmenim Mualla Atlı’nın babama yeniden mavi etiket aldırdığını hatırlıyorum. – Bütün etiketleri değiştirdik, şükür ki babam bu duruma pek aldırmadı…

Bilye oynarken parmaklarım acırdı, gazoz kapağı toplamaya da utanırdım. Futbol topundan korkardım, çarptı mı fena acıtırdı, zaten ağabeyim de beni kaleye yerleştirmekten çoktan vazgeçmişti, ara sıra kaçan topları kovalar ve yakalardım. Şükür ki evimizde komşuya, misafire pipi gösterme geleneği yoktu. Erkekliğimin bu yaşlarda eğlence malzemesi yapılmasına razı olmuyordu babam. Erkek arkadaşlarla kim daha uzağa işeyecek oynardık. – Oyun sırasında pipilerimize bakar mıydık hatırlamıyorum.

Rol dağılımının kendini gösterdiği bir dönemdi, yani kız ve erkeklerin renklerinin belirlendiği, oyunların cinsiyetlere göre ayrıldığı, başkalarına karşı geliştirilen tavırların cinslere göre şekillendirildiği bir dönem.

Ergenliğimizde erkek rolü ile dominant, görünürde egemen, ataerkil kökenden beslenen, kurumsallaşmış yapısıyla belirgin bir rol olarak tanıştırıldık. Kadınsı erkeklerin, eşcinsellerin ya da diğer tüm kadınların üstünde etkili olabilen ve bu kimliklere karşı daha güçlü olarak tanımlanan bir çeşit komutanlık olarak algılanmaktaydı erkeklik.

Daha ileriki aşamada aslında bu erkeklik hallerinin de toplumdaki güç ilişkileri bağlamında kabuklaştığına ve birbiriyle çatışma halinde olduğuna tanık oldum. Kadınlıktan uzak olmak halini, gücüyle, eziciliğiyle, gerçekleştiren delikanlı, kadınlığa yakın olma durumunu da güçsüzlük, ezilmişlik olarak gören bir bakış açısı geliştiriyordu görünürde.

Çağdaş erkekliğin temsil edildiği alanlar futbol stadları, camiler, kahvehaneler ve sokak köşeleriydi: Buralarda onlar kadınlar, diğer erkekler, kendi bedenleri, yaşama dair bildikleri, makineler, teknoloji ve futbol üzerine sohbet ederek kendi realitelerini kurar ve yaşarlardı. Kendi değerlerini diğer erkeklere kıyasla ölçer, değerlendirir ve yargılar erkek adam. Yalnız başınayken sadece bir erkektir, birlikteyken adam olur, zaten kuvvet birlikten doğar.

İlk erkeklik gururu, muhtemelen amcayla ya da dayıyla yapılan genelev ziyaretinde tadılırdı. Bu paralı, tatbiki orgazm arkadaşlar arasında kutlanır ve aylarca anlatılırdı. Oysa bekâretini yitiren (!) bir genç kız, babası, ağabeyi ve ailenin diğer fertleri tarafından yok sayılma riskiyle karşı karşıya kalırdı, iffetsizlik etiketi yapıştırılması bir yana hemcinsleri arasında da «kötü kadın» olarak anılırdı. Erkek, ilk (genellikle de) genelev seksi sonrası «milli» olurken, «bekaretini yitiren» nikahsız kız «orospu» olur. O «kötü kadın» bir yandan erkeğe seksi öğretirken, diğer yandan yediği orospu damgasıyla da yine aynı erkeklik tarafından aşağılanır. Diğer bakire kızlara da bir ibret olurdu. Kendi çelişkilerinde yeşeren bir erkeklik…

Ailenin evlatlarından beklentileri de aslında ta en başından belliydi:

Kız çocuk annesinin dizinin dibinden ayrılmamalıydı. Mutfakta, ev işinde gerekliydi kız evlat, hatta bazı durumlarda evde oturup «hayırlı bir kısmet» çıkana, «sağlam bir koca» bulunana kadar Osmanlı harem cariyeleri gibi evinde kadınlığı öğrenmeli ve aile çevresinde vakit geçirmeliydi. Önceleri okula bile gerek duyulmazdı, kocasına karılık edebilmek için okumasını, yazmasını bilmese de olurdu, yaprak sarmasını, turşu kurmasını, börek açmasını öğrenmesi yeterliydi.

Erkek çocuksa, büyük adam olması hayalleriyle baba evinden uğurlanırdı. Nerelerdeydi, ne iş yapardı? Adettendi, pek üstüne düşülmezdi. Erkek çocuk ne yaptığını çoğu zaman bilirdi, çevrede kabul gördüğü gibi ana-baba tarafından da içten içe desteklenirdi. Annesinin bir tanesi babasının oğluydu. Annesi ve kızkardeşini namusu olarak benimser ve onlara kendi özgürlük anlayışına göre çobanlık yapardı. Aile içi eğitimde de başroller paylaşılmıştı: Babalar korkutur, anneler affederdi.

Anneler, erkek evlatlarına kız çocuklarından daha fazla güvenirlerdi – bir nevi «Anadolu Sigorta». Evlat büyüyecek, para kazanacak ve anasına bakacaktı. Kız evlatsa biraz başkaydı: Gün olur, görücüsü gelir, görülür; beğenilirse götürülürdü.

Bu sistemden sapma gösteren örnekler ise tablonun genel manzarasını aslında pek değiştirmez; erkekten hep bir medet umulurken, kız çocuk gelin edilir. Geçen zaman sonrasında ana-babaya bakacak olan yine kız çocuğu olacaktır ama bu önceleri hiç gözönüne getirilmez.

Bu normlara uymayan, aykırılıklar da yok değil tabi, «kız Ali»’lerin dışlandıkları kadar «erkek Fatma»’lar da kabul görür bu sistemde. Mesela, «Şoför Nebahat» karakteri erkek egemenliğinde istisnai bir statüye sahiptir. Yine sahne şovu gereği mini etek, yüksek topuk veya makyajla halkın karşısına çıkan erkek sanatçıların, kadınlara has söylemlerle pirim yapmalarını da bu kategoride değerlendirilebiliriz. Bu cinsiyetler arası teğet durumlar, hoşgörmeyle boşverme arası bir saygı çerçevesinde algılanır. Konuşulmadığı, gündeme gelmediği sürece herkes özel hayatında dilediği gibi yaşamakta özgürdür – saman altından su yürütmenin, gizli saklı yaşamanın kimseye bir zararı yoktur görünürde; nasıl olsa egemenlik kayıtsız şartsız erkeğindir.
En Büyük Asker Bizim Mehmetçik

«Ben seni vatan için doğurdum», demişti annem bana, ben askere gitmek istemediğimden bahsettiğimde. Oğlunun vatandaşlık görevini ihmal edecek olması onun için bir felaketti. Ayrıca, «Şehit olmak için asker ocağına gidiyorum» deseydim eğer «Allahu Ekber» nidalarıyla beni yolcu edeceğinden de hiç şüphem yok. Tamam, inancını abartan bir kadındı annem, hudut kapısında nöbet tutup ülkemizi düşmanlardan koruyor olma olasılığını, Medine’de Hazreti Muhammed’in türbesini bekliyor olma olasılığıyla eşdeğer algılayabilirdi de belki.

Türk erkeği askerliği yapmadan sosyal hayata pek hazır sayılmaz. Askerliğini yapmamış olana kız verilmez, iş verilmez bir nevi özürlü gibidir ya da yarım yamalak bir soğan erkeğidir. Bir kere, en verimli gençlik çağında gidilen askerlikte, sabah koşularında, «Diloy diloy yaylalar» dışında, «Her Türk asker doğar, asker ölür her Türk» parolasıyla aylar boyu koşmadan erkek olunmaz.

Halk arasında askerlik, sadece bir statü olarak algılanmıyor, «Eti senin kemiği benim» diye teslim edildiğimiz okulumuzda nasıl mecburi öğrenim görüyorsak asker ocağında da gerçek anlamda bir disiplinle eğitilip, «acımasız» hayata hazırlanıyoruz. Anayasamızda var, her Türk genci askerlik görevini yerine getirmekle yükümlüdür.

Mesela, askerliğini yapmamış erkek, komutan kimdir tanımaz; komutanından dayak yememiştir, azar işitmemiştir çünkü, iplerin kimin elinde olduğunu, güce saygıyı bilmelidir. Çocukluğundan beri oynadığı savaş oyunlarından kurtulup gerçek savaş halinin pratiğe nasıl aktarıldığını öğrenmelidir, silah kullanmalıdır, mermiyi ateşlemedi diye bir tüfeğe ceza verebilmelidir. Karavanasını asker arkadaşlarıyla paylaşmalıdır, diğer erkeklerle biraradayken gördükleri ve duyduklarıyla erkekliğini perçinlemelidir. Aileden uzak kalıp ana-baba kıymetini askerde öğrenmelidir. Okuma yazma bilmiyorsa alfabe öğretilir ve böylece minnet duygusunu da yüklenir.

O zamana kadar komutla yatıp komutla kalkmamıştır, hatta körü körüne hiyerarşik düzene bağlılığın gerekliliğinden bile habersizdir. Yani henüz erkekliğe atanmamıştır. Avlanmaya, güçlü olmaya, tökezlemeden ayakta kalmaya, hemcinsleri ile kıyasıya rekabete, teknik erkek işlerini yapmaya, problem çözmeye, ketum, gerektiğinde zalim ve yıkıcı olmaya veya en azından yumuşak olmamaya, sözünün eri olmaya, acı duymamaya kısacası savaşmaya hazır değildir; orduda bunları öğrenir önce.

Bu vasıflara sahip olduktan sonra barış ortamında bile her an savaşacakmışcasına tetikte bir tavır sergiler, her koşulda kazanmalıdır ve karşısına çıkan her engel bir düşmandır. Askerlik er ocağıdır, tepeden tırnağa erildir. Kadınsı olsun olmasın eşcinsel erkekleri içinde istemez. Yapısı gereği etken bireylerle ilişki halindedir ve etkenliği cinsel yönelime göre değerlendirir. Aktif erkek tercih eder, cinsel anlamda pasif erkekleri çürüğe ayırır. Eşcinsellik militer normlara uymaz öncelikle, ahlak kalıplarının dışındadır, disiplin kurallarına aykırıdır. Ne yapmalıdır bu «homoseksüel» kişi?

Öncelikle askerlik şubesine gitmeli homoseksüel olduğunu söylemeli ve askeri hastahaneye sevkini istemelidir. Askeri hastahanede psikiatri bölümüne gönderilir. Homoseksüelliğini tesbit edebilmek amacıyla önce kendisiyle söyleşilir. Ne zamandan beri erkeklerle yattığı, para alıp almadığı, almıyorsa hayatını nasıl kazandığı, yalnız mı yoksa ailesiyle mi yaşadığı gibi kişisel sorular yanıtlanır. Ardından askeri terapist bir resim çizdirir hastasına, resimde nasıl bir evde yaşamak istediğini resmetmelidir «homoseksüel» ve çizilen bu resimde fallik elementler aranır. Etrafı meyve ağaçlarıyla ve çitle çevrili, çiçekli bir bahçe içerisinde bacası tüten iki katlı müstakil bir ev çizmek homoseksüellik belirtisidir mesela.

Rapor hazırlanır, bilimsel olarak «psikoseksüel bozukluk» saptanmıştır fakat askeri heyete somut bir ispat gereklidir. Hastadan anal seks yaptığını belgelemesi istenir. Bunun için kendisini anal pozisyonda gösteren fotoğraflar sunmalıdır. Yüzün, hatta yüz ifadesinin görünmesi teşhis açısından önemlidir, farklı pozisyonlarsa inandırıcılığı arttıracağından tercih sebebidir. Bu işlem şahsı, homoseksüel olmayıp da homoseksüellik iddiasıyla askerlikten kaytarmak isteyenlerden ayırmak için yapılmaktadır. Böyle açıklar askeriye bu absürd foto talebini.

Her ay iki kere cuma öğle sonraları askeri heyet toplanır ve çürüğe ayrılacak adayları belirler. Bunların içerisinde, düztaban olanlar, 130 kilonun üzerinde olanlar, zihinsel özürlüler, sağlık nedenlerinden dolayı zorunlu hizmeti yerine getiremeyecek olanlar ve «homoseksüeller» vardır. Heyetin toplandığı odanın kapısında isimlerin okunması beklenir ve sırayla içeriye girilir. «Homoseksüel» şahıs girdiğinde önce psikiatri raporu incelenir, ardından bir şahsa bir de fotolara bakılır. Bir-iki foto yetmez her poz ayrıntısıyla incelenir, fotoğraftakiyle karşılarındakinin aynı kişi olup olmadığı tesbit edilir. Heteroseksüel olduğu varsayılan askeri heyet utanmaz, görevini ciddiyetiyle yerine getirir. Gerekirse sorular sorar, «Siz homolar, küpeyi hangi kulağınıza takıyorsunuz, sağ mı sol mu» der mesela.

Homoseksüelliği askeri heyetce onaylanan kişi, askerlik cüzdanına «Askerliğe elverişli değildir» ibaresini yazdırır ve resimlerini askeriyede adına açılan dosyasına bırakarak evine yollanır. Raporu tüm yazışmalar sonucu iki ay kadar bir süre sonra resmi bir zarfla evine postalanır. Eğer ailesiyle yaşıyor ve cinsel kimliğini gizliyorsa bu resmi zarfla birlikte konu muhtemelen ev halkına da bildirilmiş olur. Elde edilen raporda tanı: «Psikoseksüel bozukluk: homoseksüalite»’dir.

Mehmetcik, erkek adamdır, delikanlıdır; hemcinsleriyle savaşır, sevişmez.
Evin Direği

Askerlik dönüşü mayası gelmiş, kıvamında işlenmiş, hayatın acı gerçeklerini bir nebze deneyimlemiştir erkek adam. Hamken pişmiştir ve kendisini bu günlere getiren diğer bireylere şükranlarını sunmak üzere hazır ol kıvamında bir erkek olarak evlenip, çoluk çocuğa karışmalıdır artık. Yeteri kadar donanmıştır, ilk ödevi kendisini çoğaltmaktır. Cinsel hazzını üremekle eşdeğer tutan bir şartlanmışlıkla, kendisini kopyalamak ister.

Kesin olan şudur ki; «Erkektir ve ne yapsa yeridir!» «Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceği» karısına yatakta ne istiyorsa hepsini öğretmekle yükümlüdür ilk olarak. Karısının bakire olması kendisinin ne denli deneyimli olduğunu vurgulaması açısından da ayrıca önemlidir. İlk kullanan olmalıdır sultan hazretleri, paketinin ilk sahibidir.

«Dayak cennetten çıkmadır» ve genellikle de, «Aile arasına pek girilmez». Kocalar, ağabeyler ve babalar «hem döverler hem severler», öyle büyüdük. Önce, «Hocanın vurduğu yerde gül biter» dediler, sonra da, «Kocanın vurduğu yerde gül biter» oldu.

Erkek adamın hep işi vardır ve yorgundur. Sık sık arkadaşlarıyla bir yerlerde oturur kalır, karısını bekletir bir kere erkek dediğin, buna rağmen eve ekmek getirendir. Değirmenin suyunu o temin eder, çarkı o döndürür. Namusudur ya karısı; çalıştırmaz, kendisine esir eder.

Tamam, belki ayaklarını yıkatmaz ama canı seks istediğinde baş ağrısından, olmazdan da anlamaz, emri yerine getirilmelidir. Erkeğin evdeki görevi, iş dönüşü, karısı ya da varsa kızları tarafından hazırlanan bir sofraya kurulmak, ev halkını gündelik yaşamını denetlemek, televizyon seyretmek ve mümkünse hiçbirşey yapmayarak saltanatının tadını çıkarmaktır. Kendi evinde misafir gibidir.

Zaten «Yuvayı dişi kuş yapar», ev düzeni evin dişisini ilgilendirir. Osmanlı saraylarındaki haremin yerini mahrem ev yaşantısı, dört duvar arası; selamlığın yerini de sokaklar almıştır. Evde kadın erkeğini beslerken, dış yaşamda erkek, kadınını gezdirir; böylelikle kadın cennete gidecekken erkek heryere gider. Evin ortasında koca bir direktir erkek oğlu erkek adam.

Erkek iktidarının, yerleşmiş ve kurumsallaşmış kültürel sistemde kadınları ezdiği doğrudur. Erkek evin reisi olarak bilinse de evde neyin nasıl yapılacağını ve alınacak kararları belirleyen aslında kadındır, ama dışa evin hakimi erkekmiş gibi yansır. Kadının cinselliğini, duygusallığını ve zekasını kullanarak geliştirdiği bir takım ince taktiklerle erkeği yönlendirerek erkek egemen kültürde kendini varedebilmesi, iktidar karşısında bir direniş olarak yorumlanmalıdır.
Zorunlu Erkeklik, Sorumlu Erkeklik, Sorunlu Erkeklik

Delikanlılar için delikanlı olmak aslında bir seçim değildir, «Delikanlı olunmaz, delikanlı doğulur.» İnsanlık tarihinden beri süregelen erkek egemen düzen, kadının zamanla özgürleşiyor olmasına inat devam etmektedir. Erkek, erkek olarak varolabilmek için öteki erkeklere muhtaçtır; o daima başkalarına kıyasla erkektir. Anlık hırslar ve ihtiraslarla gelişen bir rekabet içerisinde hemcinsleriyle de savaş halindedir.

Son yıllarda ekonomik zorunlulukların bir sonucu olarak erkek ve kadın arasındaki iş bölümünün kesin olarak cinsiyetlere göre ayrıldığı noktalarda kırılmalar başlamıştır. «Avlanmak» ve ev geçindirmek – kimi zaman erkekler tarafından kabul edilmesi, katlanması zor gelse de – kadınları da ilgilendirir olmuştur, tıpkı artık mutfakta erkeklerden salata yapmalarından daha fazlasının bekleniyor olduğu gibi. Buna ilaveten gelişen kadın hareketleri, feminizm ve Avrupalılaşma süreciyle birlikte erkeklik kendisini daha bir sorgular hale gelmiştir.

Bu modernleşme eğilimi ve değişime rağmen erkeklik, yeni betimlemelerle iktidarını korumaya da çalışmıyor değil, kendini yeniden ve kendi egemenliğinden üretmeye devam ediyor… Eskinin «eli sopalı», sözünden çıkılmayan ve karısını eve hapseden «Kazak erkeğin» yerini, karısını dövmeye cesaret edemeyen, hayata dair kararları kendisi de çalışmakta olan karısıyla ortak alan fakat üçüncü şahısların yanında ipleri elinde tutuyormuş gibi davranan «taş fırın erkeği» almıştır. Cazibelerine düşkün ve kadınsı olarak nitelenen bakımlı, estetik kaygılı heteroseksüeller, erkekliklerini homoseksüellerden ayırarak «metroseksüel» tanımı altında yeniden legalleştirmektedirler.

Bir de eşcinselliğin anlaşılmaktan çok modalaştırılması var… Şov dünyasında eşcinsel kimliklerini diledikleri gibi sergileyen, fakat bu konu hakkında konuşmaktan kaçınan «starlar» halkın beğenisini kazanmaktalar. Kaş alma ya da gösterişli takılar kullanma gibi eşcinsellikle özdeşleştirilmiş bazı tavırları devam ettiren metroseksüel erkeklerin sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Bu moda aynı zamanda kadınların güvenlerini kazanabilmek ve onlara daha rahat sokulabilmek için eşcinselmiş gibi yapan ardından da – sözümona – ilk kadınlarının keyfini çıkaran erkekler de yaratmaktadır.

Hemen madalyonun öbür tarafına bakarsak eşcinsellerin varlıklarından dolayı onurları zedelenmiş gibi tavır takınan erkeklere de rastlıyoruz. Neden gocunduklarını anlayabilmek için uzun zamandır gözlemdeyim ama hala bir sonuca ulaşamadım.

Öncelikle bekaretin kutsallığına inanılan bir toplumda bekaretin korunması adına karşı cinsle flört ancak bir noktaya kadar gider. Nikah öncesi ilişkilerde seks noktasında kadın ve erkeğin yolları ayrılır. Kızların bakire kalma gerekliliği ve diğer alternatif «kadınlarla anal ilişki»’nin de Kur-an tarafından haram ilan edilmesi erkekleri boşalma konusunda güç durumda bırakır. – Ki, mastürbasyon da Kur-an’a göre pek sempatik değildir.

Açıkça konuşulmaktan çekinilen, pek tartışılmayan ama bilinen bir yöntem vardır, er kişi kendi bedenini hemcinsiyle tanır, genelev seks için her zaman ekonomik bir çözüm değildir, konu ile ilgili detayları arkadaşlarından öğrenir. Dolduğu zamanlarda, boşalacak bir delik aradığında eçcinsellerle ilişki kurar. Üstelik kendi cinsini bile «beceriyor» olmak, erkekler arasında «cilalanmış erkeklik» olarak algılanır.

Tıpkı hayat kadınlarından seksi öğreniyor olmalarına rağmen onları aşağılıyor oluşlarındaki riyakarlık gibi cinsel tatminlerinde kullandıkları eşcinsel erkekleri de erkekten saymazlar. Kendisi gibi olmayan, eçcinseldir; pasiftir. Ve erkek, aktif olduğu oranda erkektir. Erkekliğini, kendisine pratikte bu gururu hissettiren hayat kadınına ve becerdiği «ibne»’ye de borçludur biraz ama cinsel hazdan çok, «girdi + çıktı = boşaldı» denklemiyle şekillenen ve ardından sorgulanmayan seks kaçamakları erkekliğe nasılsa toz kondurmaz.

Başta bahsettiğim dostumun kızı Lena doğdu, anası da babası da bu durumdan çok mutlu.

GLADT e.V. © 2004-2007





Banner